‘’Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.’’
Ahmet Kutsi Tecer şiirinin dörtlüğünde bahsettiği gibi günümüz yeni doğan çocuklarının da bir köyü olsun isterdim.
Ne yazık ki metropol yaşamının içine doğan ve köyleri olmayan bu çocukların anne ve babalarının da köyleri yok.
Metropol yaşamı ise bir anlamda kimyasal çevre koşulları demektir. Anne karnındaki cenin endrokrinal kesintiye uğratıcıların etkisine anne karnında maruz kalıyor. Stres eksenleri hiç açılmaması gereken yerde (içinde yaşadıkları) anne karnında açılan bu çocuklar, dışarıdaki gürültülü dünya frekansına uyumlanma sürecinin üstesinden gelememekten kaynaklı gürültülü ya da sessiz bir beynin nörostilimasyon müdahalesiyle kendisini değiştirerek homeostazi geliştirmesi gerektirecekleri bir dünyaya gelirler.
Bu durumda ;
Her çocuğun içine doğduğu dünya mı yoksa ona bırakılan dünya mı kaderidir?
Yeni doğmuş her çocuğun içine doğduğu dünyayı düşündüğümde; aklıma leş gibi pis suda öylece tertemiz ve parlak kalabilmeyi başaran lotus çiçeği geliyor.
Leş gibi bir dünyaya doğduysak temiz kalabilir miyiz? (Bilmiyorum)
Bildiğim ya da gözlemlediğim kadarıyla ( ilgili olarak )ise; günümüz insanı zombiye dönüşmüş bir halde yaşıyorken bunun çok da mümkün olmayacağı…
(Söz konusu zombilik) Aşırı enformasyon yüklenmesi ile dış dünyayaya tepkileri azalan ,hırçın ,can sıkıntısı üst düzeyde ,karar vermeyi gerektiren eylemlere geçemeyen ‘’bana ne hissi’’ ile yaşayan, belirgin ve katı rutinlere bağlılığı yüksek düzeydeki insanların varlığı…
Cağrafya kaderimiz mi ? Kaderimiz böyle bir evrende yer almak mı? (Her neyse zombiye dönüşmeyelim de)
İbn-i Haldun(1322-1406)‘’Coğrafya kaderdir ’’diyerek günümüzde dile pelesenk olmuş durumda kullanılan bir deyim bırakmıştır.
İşin tuhaf kısmı ise metropol insanın coğrafyasının olmamasından kaynaklı sürekli iç mekan yaşantısı ; zamanın sürekliliğinin algılanmasında bozukluklar yaratıyor ve zaman birbirinden kopuk dilimler halinde yaşanıyor.
Bu zamansal kopukluk beyinde özellikle frontal lob ve assosiyasyon alanlarında sıkıntılarda ortaya çıkan otobiyogrik belleğin işlevselliğinin olmaması anlamına geliyor. Bir anlamada 40.000 yıl önceki modern Homo Sapien’ın yapabildiği geleceği planlamak için geçmiş deneyimlerini kullanarak kendisini zamanda ileriye ve geriye doğru düşünebilme yetisinden yoksun olmak demek.
Bu tür yaşantıların çağımızda salgın gibi artan, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık nöro-gelişimsel farklılıklar şeklindeki varoluş biçimleriyle hayatımızın bir parçası olacak şekilde ortaya çıkması ve çoğalması öncelikle ebeveynler ve herkesi tedirgin etmektedir.
Ve sonuç olarak; zombiye dönüşenleri görebilenler olarak haydi köyümüze geri dönelim demiyorum ama doğal olanı koruyalım.
Yaşam doğal olandan yanadır.
Ali Doğan Eroğlu
Nörobilim Uzmanı Eğitimci