“Synesthesia”, kelime kökleri itibariyle Yunanca syn: “birlikte” ve aesthe-sis: “algılamak” gibi iki kavramdan oluşur. Sinestezi, zihinsel olayların bilinci tetiklemesiyle ortaya çıkan bilinçli bir duyusal, istemsiz deneyimdir. Diğer bir ifade ile “birleşmiş duyular” ya da “eşduyum” denebilir.
Sinestezik insanların beyinlerinde neler olup bittiğini çok az biliyoruz. Bu konuda yapılan araştırmalar çocukken soyut kavramlarla yoğun bir şekilde ilgili kişilerde sinestezinin çocuklukta ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Semantik vakum hipotezi adı verilen bu hipotez neden çoğu sinestezinin harf-renk ve sayı-form sinestezisi olduğunu açıklıyor. Harfler, sayılar ve renkler genelde öğrencilerin okulda ve ailede ilk öğrendikleri kavramlardır. Bunlardan başka sinestezinin birçok türü laboratuvarda incelenmiştir. Bütün türlerde insanların algıları kişiden kişiye göre değişmektedir.
Hepimizin beyninde duyu sinyallerini algılamak ve belirli işleri yapmak için görevli alanlar vardır. İşitsel korteks kulaktan gelen ses sinyallerini işler ve duyduğumuz sesleri tanımlamamızı sağlar. Görsel korteks de aynı işi gözden gelen ışık sinyalleri için yapar. Normalde bunlar birbirlerinin işine burnunu sokmazlar. Herkes kendi görevini yapar ve bir üst merkeze bilgi aktarır. Ancak sinestezik kişilerde bu bölgeler birbirleriyle fazla konuşur.
Sinestezinin ortaya çıkışındaki diğer bir olasılık ise beynin geri beslemeli mekanizmasının yeteri kadar engellenmemesi veya azaltılamamasıdır. Beyindeki en büyük hücre ateşleyici nörotransmitter madde glutamat, en fazla durdurucu da GABA’dır. Nöronları ateşleme ve durdurma süreçleri bir dengeye sahiptir. Fazla hareketli nöronlar yanlış sinyaller gönderir, fazla suskun nöronlar da gerekli sinyali iletemez. Eğer denge bozulup nöronlar yeterince susturulmazlarsa sinyal fazlalığı algılarda karışıklığa neden olabilir. Örneğin kafanızı bir yere çarpıp travma yaşadığınızda da beynin geri besleme mekanizması zarar görüp sinestezi oluşumuna yol açabilir.
Sinestezinin birçok şekli vardır. En sık rastlanan şeklinde kişi, harfleri renk olarak deneyimler. Her harf, kişi tarafından farklı bir renk olarak algılanır; kodlanır. Bu kişiler, yani sinestezikler, eğer erken çocukluk döneminde bu deneyimi farkında olarak yaşamaya başlarsa ve bunu içselleştirirse sinezteziyi günlük, normal, olağan bir olay olarak değerlendirir. Sinesteziklerin çoğu, diğer insanların alıgısal deneyimlerinin bir parçası olarak aynı deneyimleri yaşamadıklarını öğrendiğinde veya fark ettiğinde önce büyük bir şaşkınlık yaşar. Çünkü o zamana kadar herkesin kendisi gibi algıladığını kabul etmiş ve düşünmüştür.
Sinestezi deneyimi, birbiriyle ilişkili iki kısımdan oluşur. Bunlar tetikleyiciler ve eşleniklerdir. Tetikleyicilere harfleri örnek verebiliriz. Eşlenikler ise, harfler algılandığında her harfe eş olarak deneyimlenen algılar (renk, ses, dokunma, koku) olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, ağlayan bir bebeğin sesi (tetikleyici) sinestezik bir kişide hoşa gitmeyen sarı renk (eşlenik) olarak deneyimlenebilir.
Aslında her şey doğumla başlar. Bebek beyni denilen beyin, mükemmel bir yapıdadır. Söz konusu duyular olduğunda birçok bölge birbirleriyle iletişim halindedir. Bebekler, sinestezi denilen durumu muhtemelen en üst seviyede yaşar. Belki de ne zaman elindeki çıngıragı sallasa gözünün önünde dans eden renkler oluşmaktadır. İlerleyen zamanla beraber bazı genler nedeniyle beynimizdeki bu bağlantılar deyim yerindeyse budanmaktadır. Eğer bu gende herhangi bir sorun oluşursa budanma işi sekteye uğrar ve sinestezi dediğimiz durum ortaya çıkar.
Sinestetik çocuklar genelde bu durumun farkına ergenlik döneminde varırlar: Bir ses ya da sesten söz ederken hepimizin bunu aynı şekilde tecrübe etmediğini görürler. Mesela, Ward’a göre bir çocuk, sesleri renkler aracılığıyla tasvir ederek kurbağaların vraklamasının genelde kahverengi olduğunu ama o gün mavi şeklinde duyulduğunu yani seslerin daha keskin olduğunu anlatmıştır.
Duygu Aydın
Psikolog