Zor bir konuyu o kadar farklı bir yerden ve iyi anlatıyor ki, sevmemek mümkün değil.
Çocuğun ona iyi bakacak ve tüm ihtiyaçlarını giderecek bir ailesi olmasının bedelinin onu hayallerinden ya da ideallerinden uzaklaştırmak olmadığını bu kadar mı güzel anlatır bir film! “Coco” daha ilk dakikasından itibaren sizi öylesine içine alan bir film ki, bitince ondan edindiğiniz tüm duyguları bir süre üzerinizde taşıyorsunuz.
En başta sanıldığı gibi Coco adlı bir çocuğun hikâyesini anlatmıyor. Coco hikâyenin esas kahramanı Miguel’in büyükannesi aslında. Coco’nun babası zamanında müziği seçtiği için kızını ve çok sevdiği karısı Imelda’yı terk etmiştir. Ernesto de la Cruz, Meksika’nın en ünlü yıldızı olmuştur olmasına ama geride kalan ailesi onu geçmişlerinden tümüyle silmiştir. Sonraki nesiller de bu yüzden müzikten dahi nefret etmişler, ailenin en küçük torunu Miguel’in müziğe ilgi duymasını bile yasaklamışlardır. Miguel de buna isyan eder ve müziğe olan tutkusunu ailesinden gizlice yaşamayı sürdürmektedir.
Çok film izleyenler bilirler, Meksika kültürünün çok anlamlı bir bayramı vardır: Ölüler Günü. Herkes ailesinin müteveffalarının en sevdiği şeyleri mezarlarının başındaki sunaklara adak olarak koyar ve böylece sevdiklerinin ruhunu anar. Miguel de büyük büyük dedesinin kabrindeki gitarını ödünç alarak bir yetenek yarışmasına katılmak isterken yanlışlıkla ölüler diyarına bir yolculuk yapmak zorunda kalır. Geri dönebilmek için büyük büyük dedesini bulması ve ondan bir hayır duası alması gerekir. Miguel’in ölüler diyarındaki bu yolculuğu çeşitli sürprizlerle, heyecanlı olaylarla, duygusal anlarla ve müzikle doludur...